Monday, January 11, 2016

1960’lı Yıllarda Türk Sineması

Evrensel bir hayat önerisi ile çıkan modernleşme hareketi, endüstrileşmeyle başat olarak ilerlediği ve kaynağını ondan aldığı için, sanayileşmede geciken ülkelerde, yerel şartlara bağlı bir süreç işlemiştir. Türkiye gibi sanayisi ve teknolojisi az gelişmiş ülkelerde, bu geri kalmışlık, devlet eliyle geliştirilen “modernleşme” çabalarını “Batılılaşma” olarak ortaya koymuştur. Bu süreçte hızla değişmek zorunda kalan toplum içinde ekonomik farkların yarattığı sınıflar oluşmuş, kentler plansız bir büyümenin içine girmiştir. Tarımsal faaliyetin ikinci plana atılması, kentlere yapılan yatırımları arttırmış bu da yoksullaşan köylünün kentlere göçünü zorunlu hale getirmiştir. Göç eden insanlar işsiz, topraksız, yoksul köylü ya da taşra kentlerinde yaşayan, daha iyi bir hayat kurma çabasıyla kente gelen insanlardır. Bu insanların ortak nitelikleri ekonomik sıkıntı içinde olmaları ve ibulmak ve kurmakta zorluk çekmeleridir. Herhangi bir becerileri ya da nitelikleri yoktur. Büyük kentteki kimlikleri vasıfsız iş gücüdür.

   1964 yılında çekilen Gurbet Kuşlarında göçün en temel nedeni yeni ve iyi bir hayata duyulan özlem, 1978 yılında çekilen Sürü filminde göçün nedeni çaresizlik ve sıra dışı islerle yaratılan istihdamdan yararlanmaktır. Bu da göç etme nedenlerinin zaman içinde ülkede değişiklikler gösterdiğinin bir kanıtıdır. Göç eden insanlar kendi kültürlerini, kırsallığın verdiği geleneksel ilişki biçimlerini kent hayatına da taşımışlardır. Kent merkezlerinde yer edinemeyen bu göçmenler, bobuldukları, kent merkezine en yakın alanlara “gecekondu” diye nitelenen sağlıksız konutlar yaparak yerleşmişlerdir. Kentlerin fiziki yapısını etkileyen bu yapılaşma biçiminin yanında, taşradan göç edenlerin yasam biçimleri de kent yaşantısı içine dâhil olmaktadır. Karşılıklı etkileşim içinde olan kır ve kent yasam biçimleri birbirlerinden etkilenmişler ve kentsel yasamı heterojen bir yapı haline getirmişlerdir. Bu heterojenlik keskin ayrımlar olarak hem fiziki çevreden hem de sosyal hayatın geçtiği gündelik eylem biçimlerinden okunmaktadır.

     İstanbul ve Ankara ayrımı bu iki filmde de net olarak gözükmektedir. Tarihi birikimine dayalı olarak zengin bir yapılı çevreye, denizle kurduğu ilişkiler bakımından nadir coğrafi özelliklere sahip olan İstanbul, filmlerde de bu imgeler üzerinden aktarılmaktadır. Kentle ilk karsılaşma anlarının altının çizilerek verilmesi toplumsal hafızada kayıtlı İstanbul imgelerine karşılık gelmektedir. İstanbul karmaşıklı düzeyi fazla, eğlence ve tüketim ilişkileri gelişmiş yapısıyla ve özellikle de iş olanaklarıyla çekici bir merkezdir. (Gurbet Kuşları) Buna karsın Sürü filminde de öne sürüldüğü gibi, Ankara İstanbul’dan çok farklı imgelerle görselleştirilmiştir. İki kentte ortak olarak gecekondu ve çöküntü mahalleleri oluşmuş olsa da, kent merkezine ve dolayısıyla kentin gündelik hayatının niteliğine yapılan vurgular değişiktir. Ankara’nın başkent olarak seçilmesinden sonra, kentte uygulanan planlama ve imar operasyonları, kente devletin ideolojisini ve otoritesini hissettiren bir yapı örüntüsü katmıştır. Kamu kuruluşları binaları, bankalar gibi binaların kent merkezindeki konumlanmaları toplumsal hafıza içinde kaydedilmiş Ankara imgeleridir: Ankara planlanmış, düzenli bir sistemin etkisi altında yapılandırılmaya çalışılmıştır. Bu farklılaşmalara rağmen göçün yarattığı çöküntü alanlarında İstanbul’a benzer yapılaşmalar görülmektedir. İki filmde de bu alanlara ve yaşamlara dikkat çekilmektedir. Bu da göçmenlerin topluluklar halinde, yerleşilen alanlarda ve mahallerde küçük köyler, kırsal kentler yarattıklarının bir göstergesidir.
   
Kadınların aile ve toplumsal hayat içindeki, ikinci planda olan konumu göçle birlikte kente de taşınmıştır. Kadın erkeğin egemenliği altında, ezilen, söz hakkı olmayan bir roldedir. (Gurbet Kuşları, 1964). Ekonomik özgürlüğü de olmayan kadınlar genellikle çalışma hayatı içinde de bulunmazlar. Kendi bireysel hayatlarını kurabilen kadınlar ise ya eğitim almış ve ekonomik özgürlüğü olan kadınlardır ya da fahişelik yaparak hayatlarını kazanmaktadırlar. (Gurbet Kuşları, 1964).Gurbet Kuşları’nda kentte tutunabilmenin tek yolunun, kentin nimetlerinden faydalanabilmek adına “uyanık ve akıllı” olunması yönündedir. Uysa bu uyanıklık hali, aslında toplumsal çöküşün ortaya koyduğu “haybecilik, kolay yoldan para kazanma” gibi değerlere karşılık gelmektedir. Bu değerlerden uzak bir şekilde yaşamını kurabilen karakter filmde taarruza geçerek kent içinde başarıya ulaşş olarak verilmiştir. Buna karşın benzer bir aklı yürütemeyen aile, geri çekilmiş ve geri dönmüşlerdir. Haybeci karakterinin bu tavrı yabancılaşma kavramına denk olan “yanlış bilinç” ile açıklanabilir. Kendi bulunduğu durumun farkında olmayarak, yani haksız yoldan para ve itibar kazanıyor olması, bir görelilikle açıklanabilir. Değerlerini bu yönde geliştirmesi bireyin bir anlamda özüne, çevresel ilişkilerine yabancılaşması anlamına gelmektedir.
  
Bireyin göçle birlikte yasadığı temel sıkıntılardan olan kent yaşamına uyum sağlayamama ve bu noktada kendi kimliğini ortaya koyamam sorunu yabancılaşma örneklerindendir. Gurbet Kuşları filminde, her türlü riski göze alarak bir ötekiyle karşılaşmasını cinsellik üzerine kuran aile fertleri, bu kararlılığı hatalarına rağmen telafi etme yolunu seçmezler. Toplumsal ahlak kuralları her zaman baskıcı halini birey üzerinde taşımaktadır. Sürü filminde ise kaybedecek bir şeyleri olmasına rağmen, yenik bir şekilde kente gelen topluluğun bireyleri, bu birliğin gücünü kent içinde sürdüremezler, ilişkiler sarsılır ve birey yalnızlaşarak tüm gücünü kaybeder. Bu topluluk içindeki bireyin sahip olduğu yabancılaşmasına karşılık gelmektedir. 



Referanslar
Türlerle Türk Sineması: Dönemler, Modalar, Tiplemeler , Agâh Özgüç
Türk sineması tarihi , Oğuz Makal
Ideology in Turkish Cinema  , Mustafa Mencutekin             

No comments:

Post a Comment