Monday, January 18, 2016

Modern Zamanlar: Kısa Bir İnceleme

İnsanın sahip olduğu en değerli özelliği yaşayabilmesidir fakat ‘yaşayabilmek’ sadece biyolojik bir varlık olmak, nefes alıp biyolojik ihtiyaçlarını girmek değildir. Yaşamaktan çok daha önemli bir husus ‘nasıl yaşadığımızdır’. Eğer dünyaya gelmek kavramının bize sunulan büyük bir şans olduğu varsayımında bulunur isek, biz insanlar bu şansı nasıl değerlendiriyoruz ? Fazla felsefi yorumlamalarda bulunmadan dünyaya gelmiş olma tesadüfü ve bunun bir getirisi olan ‘ömür’ diye nitelendirilen yaşam sınırları içerisinde gerçekten ‘insan olabilmek’ durumunu tam anlamıyla yerine getirebiliyor muyuz? Aslında ‘tarih içindeki insan’ şeklinde kısa bir inceleme yaptığımızda, modernleşen dünya ve hayat şartlarının ilerleyen yıllar sonucu daha insancıl bir hal aldığını söylemek mümkün. Fakat farklı bir bakış açısı ile baktığımızda milyonların hayatını basitleştirip ya da çalıp, küçük bir zümreyi iktisadi olarak yükselten Endüstri Devrimi de bir modernleşme değil midir ? Ben bu sorunsalı tarih içindeki insanın inişli – çıkışlı yaşama standartlarına bağlıyorum. Çünkü insanın hemen hemen her zaman belli bir zümre ya da tek bir kişinin siyasi, askeri, iktisadi gücünü kullanıp yönetme yetkisi ile sınırlandırıldığını, klasik bir tabir ile ‘belli bir çizgide ilerleme’ ya da ‘belli bir kalıpta ilerleme’ zorunluluğuna sokulduğunu düşünüyorum. Bu sayede tarih boyunca yönetme yetkisi olan kesimin doğru veya yanlış verdikleri kararlar sadece onları değil sayıca kat kat üstün yönetilen kesimin de hayatını etkilemiştir. Bu sayede tarih içinde bilim alanında yol kat etmiş olan büyük uygarlıkları birkaç asır sonra başka bir uygarlığın sömürgesi haline gelmiş olduğunu görüyoruz. Bunun açık sebebi yönetenlerin verdikleri kararların halkı doğrudan etkilemesidir.

    Az önce bahsettiğim iniş – çıkış kavramını bu şekilde örneklendirdikten sonra asıl noktaya dönmek istiyorum. Endüstri Devrimi gibi tarihin akışını değiştiren bir olaya sadece işçilerin, Marx’ın deyişiyle proletarya sınıfının gözünden bakıp yorumlamanın haksız bir eleştiri olacağını düşünüyorum. Bunu düşünmemin başlıca sebeplerinden birisi Endüstri Devrimi sonucu insanlık için açılan kapıların, insanı çok daha ileri bir kademeye getirdiğini söylemek gayet mümkün. İleri kademeden kastım insanın hayatını kolaylaştırmak gibi basit örnekler. Endüstri Devriminin bizleri daha ‘pratik’ bir hayata sürüklediği gerçeğini inkar etmek kesinlikle doğru olmazdı. Daha pratik, daha işlerin daha kolay halledildiği bir hayat. Korkunç bir tüketim alışkanlığının olduğu bu çağda daha pratik bir hayat, işlerin kolayca halledilmesi, insanın hayatını kolaylaştıran hemen hemen her şeyin saniyede binlercesini üreten seri üretim tarzı. Her geçen yılda hızlı bir şekilde büyüyen nüfusa karşı daha hızlı üretim, büyüyen nüfusun ihtiyaçlarını karşılama zorunluluğu. Bu şekilde değerlendirdiğimiz zaman Endüstri Devrimi’ni bir zorunluluk, çağın bir gereği olarak görmemiz gerekir. Önemli olan nokta ise bu daha pratik, daha hızlı, daha kolay bir hayat diye nitelendirdiğimiz bu olayın bedeli ne idi ? Bu sorunun cevabına hiç tereddüte düşmeden ‘başka hayatlar’ cevabını verebilirim. Yazıma başlarken söylediğim ‘insan olabilmek’ kavramının tam tersini bu perspektiften gözlemleyebiliyoruz. Düşünebilen, sorgulayabilen, sevmek, aşık olmak, üzülmek, kaygılanmak gibi duygulara sahip olan insanın, çok net ve durumu tam anlamıyla karşılayan bir tabir ile ‘makine’ halini alması.

    Endüstri Devriminin tonluk makineler, makara sitemleri vs. dışında günümüze bıraktığı en büyük miras fizik gücünün, kas gücünün ön plana çıktığı bir insan modeli idi. Fiziksel gücü el verdikçe maksimum çabukluğa ulaşıp çalışmak, iş yapmak. Marx'ın literatüre kazandırdığı kellime ile açıklayacak olursak, korkunç bir metafetişizm. İnsanın çalışan bir kas yığınına ya da bir robota dönüşmesi. Asıl huzurlu hayat dileklerini emeklilik zamanlarına saklayıp, yaşlılık dönemlerinde emekli olduklarında hastalıklarla boğuşan kendini avutan sayısız insanlar. Vahim olan durum bunun gerekli bir gidişat olması ya da öyle gösterilmesi. Çalışmayana ekmek yok, çalışmayan hata tutunamaz mantığı. Fakat bu şekilde çalışmak basit bir şekilde sadece insanın robotlaştırıyor. Acımasızca. Modern Zamanlar ya da daha Türkçe bir biçimde Asri Zamanlar filminde de nükteyle belirtilen noktalar ‘insanın metafetişizm evresine geçişi.’ İnsanların seri bir şekilde vidalama işlemi yaparken yanındaki çalışan kişinin kıyafetinin düğmesine de aynı işlemi uygulamaya çalıştığı, programlanmış insanların robotlar gibi hareket ettiği, mükemmel bir disiplinle işe gittiği bir dünya. Bu işe ilerleyiş sahnesinde yapılan koyun benzetmesi insanların o durumlarını açıklayan bir iğneleme. İnsanların insan olduğunu unutması. Korkunç boyutlara ulaşmış bir bedensel kölelik. İşçilerin bedensel olarak kölelik icra ettikleri bu esnada ise ‘President’ diye nitelendirilen yöneticinin kendi keyfinde olması dikkat edilmesi gereken bir nokta. İnsanlar artık o kadar abartılı bir biçimde robot halini almışlar ki sokakta gördüğü bir kadını kovalama teşebbüsünde bulunabiliyor. Diğer göze çarpan nokta ise Charlie Chaplin’in polisten kaçtığı sırada bile garip bir makinede fabrikada giriş onayı yapması. Polisten kaçmak gibi aksiyona sahip olan bir durumda bile bunu yapma gereği duymak insanların duygusuz bir beden halini almış olduklarını net bir şekilde açıklıyor. Daha sonralarda Charlie Chaplin’in iyi niyetli davranmasına rağmen trajikomik bir biçimde elinde bulundurduğu bayrak gerekçesiyle komünist lider ilan edilmesi dönemin Amerika Birleşik Devletleri politikasını da eleştiriyor. Sorgusuz sualsiz apar topar bir günümüzde çöp kamyonlarına çöpçülerin bindiği gibi binmiş olan polislerin olduğu bir araca bindirilip götürülüyor. Belki çok dikkat çekici bir nokta değil fakat Paulette Goddard’ın canlandırdığı kimsesiz sokak kızının yaşı geçmiş olan babasının iş bulamama sorunu yaşıyor olması fiziksel gücünü kaybetmiş olan insanların adeta aşağılayıcı bir biçimde kullanıp atılıyor olduğu gerçeğine ayna tutuyor. Aynı zamanda insanların hapishanede bile daha mutlu olduğunu söylemek mümkün çünkü Charlie Chaplin hapishanede kalmak istediğini söylüyor. Filmin ilerleyen sahnelerinde kızın bulduğu derme çatma dokunulsa kırılacak halde olan evin ‘paradise’ diye nitelendirilmesi, insanların dünyasının ne kadar küçük olduğunun bir göstergesi. ‘Can you imagine a little home ? ‘ diye hayal kurmaları ama hiçbir şeye sahip olamamaları üzücü olan diğer bir nokta. Bir sahnede göze çarpan diğer bir nokta ise Charlie Chaplin’in makinede sıkışmış olan iş arkadaşını kurtarmaya çalıştığı noktada yemek paydosu zilini çalmasıyla daha önce de belirtmiş olduğum gibi bir robot misali yemek yemeye gitme teşebbüsü trajikomik bir durumdu ve sistemin insanları nasıl insanlıktan uzaklaştırdığının net bir örneğiydi. İlerleyen sahnelerde Charlie Chaplin’in işe girdiği yerde smokin giyen orta yaşlı birisine yemek servisi yaptığı sırada aniden dansa kalkan insanların arasında kaybolması ve bu durumda hiçbir suçu olmayan çalışanın bile yemeğini bekleyen kişi tarafından suçlu gösterilmesi ve ona kızılması, insanları hor görmektir. İnsanların para kazanma hayatına devam edebilme gerçeğini kullanıp, ‘her zaman işçi haksızdır’ şeklinde yapılan yorumlar. Ama her şeye rağmen insanların bunlara katlanıp gülümsemeye ve hayattan zevk almaya çabalamaları. Trajik bir durum. İnsanların makine şeklinde çalışma temposu düzeni sadece üretim yerlerinde, fabrikalarda gerçekleşmesi belki acımasızca diye nitelendirilen bu durumu hafifletebilirdi. Fakat fabrika temposu insanın hayatıyla bütünleşmişti. İnsanların belli bir disiplinde yürüyüşü, hareket edişi… İnsanın insan olmaktan çıkıp robotlaştığı ve daha da kötüsü ‘kendini robot olarak gördüğü’ bir basitleştirmede bulunması. Acımasızca.

        Filmi genel olarak bu şekilde yorumlayabiliriz fakat filmin tek eleştiri noktası bu değildi. İki, üç asır önce gerçekleşen bu devrimin günümüzde de işleyişini kaybetmemiş olması da başka bir eleştiri noktasıydı. Aynı zamanda hükümet politikası olarak gördüğü ve seçim vaatlerinde sıkça belirttiği köleciliğe karşı olmasıyla bilinen zamanın Amerika Birleşik Devletleri lideri Abraham Lincoln’ün portresinin Charlie Chaplin hapishanedeki odasında oturduğu sırada arkada belirmesi, günün şartlarıyla değerlendirildiğinde korkunç bir çelişki idi. Bu kölecilik değil de neydi ? İnsanların halini değerlendirdiğimizde bunun bir kölecilik olduğunu söyleyebiliriz. Daha doğrusu ‘ Modern Kölecilik’. Durumun içler acısı olduğunu görmek mümkün. Ama diğer bir bakış açısıyla değerlendirdiğimiz zaman bunun bir gereklilik olduğunu söyleyebiliriz. Bunu çağın bir gereği olarak görmek de mümkün. Önemli olan insanların çalışma şartlarının insanların sahip oldukları bedenlere uygun olup olmama durumudur. Şuan burada kesin bir biçimde Endüstriyel gelişmelere karşı olduğumuzu belirtmek yanlış bir yaklaşım olur. Bu sebeple olması gereken bu kapitalist düzende üretim araçlarına sahip olan yöneticilerin, ya da filmde belirtildiği gibi ‘President’ diye nitelendirilen kişilerin işçi sınıfına daha insancıl yaklaşmasıdır. İktisadi hırsı bir kenara bırakıp öncelik olarak işini yapan insanları düşünmelidir. Fakat çağımızda bu ne kadar mümkün, orası tartışılır. Sistemin en acımasız noktası ise sisteme dahil olma, sistemin bir parçası olma zorunluluğudur. Sitemin dışında kalan insanların ezildiği acımasız bir sistem. Modern zamanlar ve modern kölecelik.

Mustafa UNLUSOY

No comments:

Post a Comment